Gerçek Tapu Kimin Elinde?
İnsanın bu dünyada tapulu bir evi yoktur.
Bugün içinde oturduğumuz ev, yarın bir başkasının olur.
Dün bir başkası oturuyordu, yarın da bir diğeri oturacak.
Biz, kısacası, mülkün değil misafirliğin sahibiyiz.
Hayatın hızlı akışı içinde insanlar hep bir şeylerin peşine düşer.
Kimi güzel bir ev, kimi geniş bir arsa, kimi de lüks bir apartman dairesi ister.
Tapular, satış sözleşmeleri, anahtarlar… Bütün bunlar bize aitmiş gibi görünür.
Ama aslında, hiçbir şey gerçekten bizim değildir.
Ne mal, ne mülk, ne de bedenimiz bile.
Bir bakmışız, yıllarca uğruna çabaladığımız evin duvarlarını bir başkası boyuyor.
Penceresinden başka bir aile gülüyor.
Hayat, bir konaklama gibidir; kimimiz uzun, kimimiz kısa kalırız.
Tapular, mülkler, arsalar, daireler… hepsi bir gün elimizden gider.
Bizden önce başkaları oturmuştur, bizden sonra da başkaları oturacak.
Gerçek mülk sahibi, bu dünyayı ve içindekileri var eden Yüce Yaratıcı’dır.
Ama ölümden sonra her şey değişir.
Orada kimsenin el koyamayacağı, kimsenin paylaşamayacağı gerçek bir ev vardır: ya cennette ya cehennemde. İnsan, dünyada yaptıklarıyla o evi inşa eder.
Kiminin evi bahçelerle, ırmaklarla süslenir; kimininki karanlık, ateşli bir zindana dönüşür.
İşte o ev ömürlük değil, ebedîdir. Bu yüzden belkide asıl mesele, “Bu dünyada hangi eve sahip olacağım?” değil, “Ahirette hangi evi hazırlıyorum?” sorusudur.
Çünkü dünya geçicidir, ama oradaki adresimiz kalıcıdır.
Dünya böyledir işte:
Sahip olduklarımız geçicidir, ama zannettiklerimiz kalıcı.
Kimi zaman bir ömür “daha büyük bir ev” hayaliyle geçer,
Ama o hayalin içinde yaşamaya ömür yetmez.
Oysa asıl mesele, dünyada kaç odalı evimiz olduğu değil,
Ölümden sonra bizi bekleyen ebedî evimizin nerede olacağıdır.
Herkesin sonunda kendine ait, kimsenin elinden alamayacağı bir evi vardır:
ya cennette ya cehennemde.
Bu iki yer, insanın dünyadaki seçimlerinin, davranışlarının ve inançlarının bir sonucu olarak şekillenir.
Kimine sonsuz huzurun kapısı açılır, kimine ise ebedî azabın kapısı.
Ve işin en ilginç yanı şu:
Bu evlerin temelini, farkında olmadan, şu anda atıyoruz.
Her iyilik bir tuğla, her kötülük bir yıkım.
Her vicdanlı davranış cennetten bir pencere,
Her zalimlik cehennemden bir duvar örüyor bize.
Bir düşünün; bir gün bu dünyadaki evinizin kapısını son kez kapatacaksınız.
Anahtarınızı bir daha kullanamayacaksınız.
Ama o gün, ruhunuza ebedî bir kapı açılacak.
Ve işte o kapının ardında, gerçek eviniz sizi bekliyor olacak.
O yüzden belki de şunu sormalıyız kendimize:
Bu dünyada uğruna ömür verdiğimiz ev,
Bizi ebedî evimize yaklaştırıyor mu, yoksa uzaklaştırıyor mu?
Unutmayalım;
Dünyada tapumuz olsa bile, toprağın altına girerken yanımıza alamayız.
Ama gönlümüzdeki iyilikleri, vicdanımızdaki doğruluğu, inancımızı işte onları sonsuza kadar taşırız.
Gerçek tapu, kâğıtta değil kalptedir.
Ve gerçek ev, taşla değil amelle inşa edilir.
Esenkalın, Hoşçakalın, Dostçakalın.

